Afrika Günlüğü 4


Namibya Botsvana ve Zimbabve Seyahat Notları



Namibya’da Walvis Körfezinde tekne turu yaptığımız güzel sabahın ardından Walvis Bay sokaklarındayız.

Ülkenin tek büyük limanına sahip Walvis Bay’in nüfusu 80 Binden fazla. Swakopmund’un küçük ve sevimli sayfiye kasabası görünümüne kıyasla burası daha çok bir sanayi şehri gibi. Limanı büyütme çalışmaları, dev kamyonlar, üst üste dizilmiş konteynerler ve tabii ki tüm bu işlerde çalışan Siyah insanların yaşadığı gecekondu semtleri ile pek de sevimli değil. Çok fazla kalmıyoruz zaten.

Dönüş yolunda, Skeleton Coast’da otobüsü kenara çekip Dune’ler üzerinde yürüyüş yapıyoruz.

İlk göreceğim gerçek çölün Büyük Sahra olacağını düşünmüştüm hep. Büyük olasılık Çöl dendiğinde, sanırım herkes gibi benim de aklımda ilk Sahra ismi belirdiğinden. Son anda iptal etmek zorunda kaldığım bir Fas seyahatim olmuştu. O programda beni en çok heyecanlandıran da çölde, çadırda geçireceğim bir geceydi. Sahra hayallerim bir dahaki seyahate kaldı artık, kısmet Namib Çölüneymiş.

Namib Çölünün kızıl kumları, Angola, Namibya ve Güney Afrika Cumhuriyeti sahillerinde yaklaşık 2 Bin kilometre boyunca Atlas Okyanusunun dalgalarıyla buluşuyor. Afrika haritasına baktığınızda, güney sahillerinde, yaklaşık 50 kilometre genişliğinde ince uzun bir şerit gibi uzanan bu kum yığını (Adeta Güney Amerika’daki Şili toprakları gibi...) 81 Bin kilometrekareymiş. Avusturya veya Sırbistan büyüklüğünde bir alan yani.

Nama yerlilerinin “Uçsuz Bucaksız Yer” ismini verdiği bu Çöl ayrıca dünyanın en eski Çölü. Milyonlarca yıldır çöl olan bu topraklarda son 2 Milyon yıldır da en ufak bir değişiklik olmamış.

Sanırım ikinci bölümde söylemiştim Namib Çölündeki kızıl renkli kum tepelerine Dune deniyor. Dune’ların bazıları 300 metreyi aşıyormuş.

Sahile en yakın Dune’a tırmanıp önümdeki manzaraya baktığımda hissettiğim hayranlıkla karışık bir şaşkınlık oluyor. Şaşırıyorum çünkü karşımdaki uçsuz bucaksız, neredeyse hiç yaşam içermeyen, tehlikeli ve ürkütücü sonsuz kum yığını o kadar güzel ki...

Tam da bu bölümü yazarken ilginç bir şey oldu, yazmadan edemeyeceğim. Beklenmedik bir anda Dune'lar yeniden karşıma çıktı. Özellikle izlemek için sinemaya gitmeyeceğim ama zapping yaparken rastladığımda da kanalı değiştirmediğim, takılıp kaldığım filmler vardır. İşte Anka’nın Uyanışı da (Flight of the Phoenix, 2004 yılı yapımı, yönetmeni John Moore) onlardan biri. Bu filmi başından sonunda kadar bir kez olsun izlemedim sanırım ama bölümler halinde birkaç kez izlemişimdir. Filmin başrollerinde Dennis Quaid, “Dr House” Hugh Laurie ve Miranda Otto var. Film, bindikleri uçak Moğolistan’daki Gobi Çölüne düştükten sonra, enkazdan yeni bir uçak inşa etmeye çalışan bir grup kazazedenin öyküsü. Tavsiye ederim, eğlencelik, yapacak daha iyi bir bir işiniz yoksa izleyebileceğiniz bir film. Filmde harika çöl manzaraları da var. Ve filmi son kez izlediğimde fark ettiğim üzere de bu harika çöl manzaraları Gobi Çölünden falan değil, kesinlikle Namib Çölünden... (Tabii ki kontrol ettim film Namibya’da çekilmiş, ama zaten Namib Çölünü kendi gözlerinizle gördükten sonra bir daha unutamazsınız ki!)

Ve Namib Çölünden kareler:

Atlas Okyasunu ve Namib Çölü
Swakopmund Walvis Bay yolundan

Dune

Çöl ve Okyanus birleşinde manzara harika oluyor

Muhteşem Dunes; Kum Tepeleri

Skeleton Coast

Ve Namib Çölünden son kare...


Günün ikinci yarısında Swakopmund’a ait bir yerleşim bölgesi Mondesa’ya gidiyoruz.

Bizim gecekondu, Güney Amerikalıların -özellikle de Brezilyalıların- Favela, Hintlilerin Slum, Batı Avrupalı ve Amerikalıların ise Ghetto dedikleri mahallelerin bu coğrafyadaki karşılığı Shantytown veya Tin Can Town. Tam çevirisi “Teneke veya konserve kutusu Şehir” olan bu mahallelere ismini veren ise insanların genellikle oluklu tenekeden inşa ettikleri derme çatma evler. Dünyanın geri kalanında olduğu gibi bu mahalle de şehre hem çok yakın hem de çok uzak. Burası sevimli sayfiye şehri Swakopmund’un merkezine sadece birkaç kilometre mesafede ama beyaz azınlığın yaşadığı hayatla arasında onlarca yıl var...

Mondesa 1950’erde Swakopmund’un çalışan Siyah Afrikalıları için kurulmuş. Namibya’yı uzun süre kendi Apartheid’larından daha ırkçı ve daha acımasız bir sitemle yöneten Güney Afrika’lılar, siyahların kendi evleri civarında yaşamalarını istemediklerinden bu mahalleyi kurmuşlar.

Hükümet 4 farklı kabileden gelen siyah Afrikalıları, olası sorunlara engel olmak için Mondesa içerisinde farklı bölgelere yerleştirmiş. Bu kabileler Damaralar, Herrerolar, Owambolar ve Namalar. Bugün Mondesa’da yaklaşık 32 Bin kişi yaşıyor, Swakomund nüfusunun yarısından fazlası.

Mondesa’ya girer girmez ilk göze çarpan üst üste konmuş briketlerden yapılma, kümes gibi, penceresiz ve alçak evler. Sahipleri ellerine para geçtiğinde kolayca genişletebilsinler diye evlerini bu şekilde inşa ediyorlarmış. Ayrıca Mondesa da kendi içerisinde fiziksel koşulları göreceli olarak daha da iyileşen bölgelere ayrılıyor. Az önce sözünü ettiğim bu "geçici" evlerde yaşayanlar, daha iyi bölgelere yerleşmelerine izin verilmesini bekliyorlarmış. Her ne kadar kendilerine bu bekleme süresi 1 veya 2 yıl olacak dendiyse de 12 yıldır “hala” bekleyenler varmış.

Fakat onca fakirliğe rağmen Mondesa sakinleri mutlu görünüyorlar. Fotoğraf Makinesini gören herkes ya gülümsüyor ve el sallıyor, ya da bembeyaz dişleriyle sırıtarak “Hello Sir, How Are you?” diyerek sohbete başlıyorlar. Çocukların tepkisi ise neredeyse hep aynı; ellerine adeta bir Rap Şarkıcısıymış gibi bir şekil verip objektifin karşısında yerlerini alıyorlar. “Fakirler ama mutlular” gibi klişe bir cümle sarf etmek istemiyorum ama gerçekten öyleler sanki. Bu gülümseyen yüzler sizde bir güven duygusu da yaratıyor ki Mondesa gerçekten güvenli, hele de dünyanın kalanındaki benzerlerine kıyasla. Ufak tefek hırsızlıklar dışında herhangi bir suça rastlanmıyormuş.

Mondesa’daki ilk durağımız Damara Kabilesinden yerel bir sanatçının atölyesi oluyor. Kendi eseri tabloları ve tasarladığı tişörtleri derme çatma atölyesinde sergileyen sanatçı bize Damara Dilini de tanıtıyor. Hani dilinizi üst damağınıza yapıştırıp sonra hızla çeker de şaklatırsınız ya; klik sesi gibi bir ses çıkar... İşte Damara dilinde bu klik seslerini fazlaca kullanıyorsunuz ve 4 farklı tipi var. Bazı sözcüklerin anlamı bu klik seslerinden birini (veya damaktan gelen şaklamayı) çıkartıp çıkartmamanıza göre tamamen değişiyor. Doğal olarak Damara dilindeki bu klik’li sözcükleri telaffuz edebilmeniz neredeyse imkansız ama sohbet eden bir grup Damara Yerlisini izlemek -ve dinlemek- oldukça ilginç. Ve eğlenceli de...

Sonraki durağımız bir anaokulu; Lucky’s Kindergarten. Burası Mondesa’daki en fakir ailelerin çocuklarına, aylık 2-3 Amerikan Doları gibi düşük bir miktar karşılığında hizmet veren bir anaokulu. Aileler o kadar fakir ki bu çocukların büyük kısmı evlerinde kahvaltı dahi edemeden aç karnına okula geliyorlarmış. Devletten hiçbir yardım almayan okulun tek geliri bağışlar ve bizimki gibi turların okulu ziyaret karşılığında ödediği ücretler. Öğrenciler bize şarkı söyleyip küçük de bir dans gösterisi yaparlarken bol bol fotoğraf çekiyorum.

Ardından 80’ini geçmiş Oma Lina’yı ziyarete gidiyoruz. Kendi evinde, oturma odasında ziyaret ettiğimiz Oma (Büyükanne) Lina, Damara’ların tarihlerindeki ilk kadın şefmiş. Namibya tarihinde geçen yüzyıldaki neredeyse tüm önemli gelişmelere tanıklık etmiş bu yaşlı Kadınla bir süre Almanca sohbet ediyorum.

Daha sonra yerel bir bara uğrayıp Mondesa’lı müzik grubunun verdiği birkaç şarkılık konseri de dinledikten sonra yeniden Swakopmund’a dönüyoruz.

Mondesa

Mondesa'dan bir İlkokul

Her an poz vermeye hazır çocuklar

Briketler üst üste konularak yapılmış evler

Dünyanın her yerinde çocuklar aynı oyunları oynuyorlar sanırım...

Poz veren bir başka Mondesa'lı çocuk ve arkada
Damara'lı Sanatçıya ait atölye

Atölye'den

Margarita Damara Dilindeki klikleri öğrenirken

Mondesa Sokaklarından

Lucky's Kindergarten

Lucky's Kindergarten, Anaokulu Öğrencilerinden

Öğrencilerin yaptığı gösteriden

Gösteriden bir kare daha

Bu kez gösteri yapan Margarita

Damara'ların tarihlerindeki ilk kadın Şef; Oma (Büyükanne) Lina 

Kuaför ve fotoğraf makinesini görür görmez
poz veren çocuklar

Back of the Moon Bar

Barın içerisinden, topu topu bu kadarcık bir yer zaten

Mondesa'lı amatör grup Afrika ezgileri söylerken...

Gerçek Siyah Afrika ile ilk kez karşılaştığım Mondesa’dan, Sömürgeci Beyazların yarattığı modern şehre dönmemiz en fazla 15 dakika sürüyor.  

Günün geriye kalanında Sawkopmund merkezindeki sokaklarda dolanıyor, hediyelik eşya mağazalarına bakıyoruz. Gün batımında da sahildeki iskeleye gidiyoruz. Swakopmund’luların “jetty” dediği iskeleden şehrin fotoğraflarını çekiyorum. Mendosa’nın “teneke” evlerinden sonra sahildekiler Malibu’dakiler gibi. Hayır California’ya gittiğimden değil, komedi dizisi Two and a Half Men’den biliyorum...

Sahilde gün batımını izleyip otele kadar yürüyorum. Biraz oyalandıktan sonra akşam yemeği için oldukça şık The Wreck Restaurant’a geçiyoruz. Burasını sonradan gezinin en lüks restoranı olarak anımsayacağım...

Ertesi sabah sömürgecilerin kurduğu yapay modern şehirlerden içerilere, Siyah Afrika’ya doğru yol almaya başlayacağız...

Son Olarak Swakopmund'dan Fotoğraflar...


Swakopmund Caddelerinden 

Caddelerden bir başka kare

Hediyelik eşya dükkanı

Gençler ne kadar süre park edebiliyor,
bilmiyorum!

Swakomund Sahilleri

Malibu Sahilleri gibi demiştim, değil mi?

İskeleden Swakopmund'a bakış

Atlas Okyanusunda gün batımı...

Balıkçılar o günkü avlarını temizliyorlar

The Wreck Restaurant



Sürecek...

Etiketler: , , , , ,