Ülkenin tek büyük
limanına sahip Walvis Bay’in nüfusu 80 Binden fazla. Swakopmund’un küçük ve
sevimli sayfiye kasabası görünümüne kıyasla burası daha çok bir sanayi şehri
gibi. Limanı büyütme çalışmaları, dev kamyonlar, üst üste dizilmiş konteynerler ve tabii ki tüm bu işlerde çalışan Siyah insanların yaşadığı gecekondu
semtleri ile pek de sevimli değil. Çok fazla kalmıyoruz zaten.
Dönüş yolunda, Skeleton
Coast’da otobüsü kenara çekip Dune’ler üzerinde yürüyüş yapıyoruz.
İlk göreceğim gerçek çölün
Büyük Sahra olacağını düşünmüştüm hep. Büyük olasılık Çöl dendiğinde, sanırım herkes gibi benim de aklımda ilk Sahra ismi belirdiğinden. Son anda iptal etmek zorunda kaldığım bir Fas seyahatim olmuştu. O programda beni en çok heyecanlandıran da çölde, çadırda geçireceğim bir geceydi. Sahra
hayallerim bir dahaki seyahate kaldı artık, kısmet Namib Çölüneymiş.
Namib Çölünün kızıl
kumları, Angola, Namibya ve Güney Afrika Cumhuriyeti sahillerinde yaklaşık 2 Bin kilometre boyunca Atlas Okyanusunun dalgalarıyla buluşuyor. Afrika
haritasına baktığınızda, güney sahillerinde, yaklaşık 50 kilometre
genişliğinde ince uzun bir şerit gibi uzanan bu kum yığını (Adeta Güney
Amerika’daki Şili toprakları gibi...) 81 Bin kilometrekareymiş. Avusturya veya
Sırbistan büyüklüğünde bir alan yani.
Nama yerlilerinin “Uçsuz
Bucaksız Yer” ismini verdiği bu Çöl ayrıca dünyanın en eski Çölü. Milyonlarca
yıldır çöl olan bu topraklarda son 2 Milyon yıldır da en ufak bir değişiklik
olmamış.
Sanırım ikinci bölümde
söylemiştim Namib Çölündeki kızıl renkli kum tepelerine Dune deniyor. Dune’ların
bazıları 300 metreyi aşıyormuş.
Sahile en yakın Dune’a
tırmanıp önümdeki manzaraya baktığımda hissettiğim hayranlıkla karışık bir
şaşkınlık oluyor. Şaşırıyorum çünkü karşımdaki uçsuz bucaksız, neredeyse hiç yaşam içermeyen,
tehlikeli ve ürkütücü sonsuz kum yığını o kadar güzel ki...
Tam da bu bölümü
yazarken ilginç bir şey oldu, yazmadan edemeyeceğim. Beklenmedik bir anda Dune'lar yeniden karşıma çıktı. Özellikle izlemek için
sinemaya gitmeyeceğim ama zapping yaparken rastladığımda da kanalı
değiştirmediğim, takılıp kaldığım filmler vardır. İşte Anka’nın Uyanışı da (Flight
of the Phoenix, 2004 yılı yapımı, yönetmeni John Moore) onlardan biri. Bu filmi
başından sonunda kadar bir kez olsun izlemedim sanırım ama bölümler halinde birkaç
kez izlemişimdir. Filmin başrollerinde Dennis Quaid, “Dr House” Hugh
Laurie ve Miranda Otto var. Film, bindikleri uçak Moğolistan’daki Gobi Çölüne
düştükten sonra, enkazdan yeni bir uçak inşa etmeye çalışan bir grup kazazedenin
öyküsü. Tavsiye ederim, eğlencelik, yapacak daha iyi bir bir işiniz yoksa
izleyebileceğiniz bir film. Filmde harika çöl manzaraları da var. Ve filmi son
kez izlediğimde fark ettiğim üzere de bu harika çöl manzaraları Gobi Çölünden
falan değil, kesinlikle Namib Çölünden... (Tabii ki kontrol ettim film Namibya’da
çekilmiş, ama zaten Namib Çölünü kendi gözlerinizle gördükten sonra bir daha
unutamazsınız ki!)
Ve Namib Çölünden kareler:
|
Atlas Okyasunu ve Namib Çölü Swakopmund Walvis Bay yolundan |
|
Dune |
|
Çöl ve Okyanus birleşinde manzara harika oluyor |
|
Muhteşem Dunes; Kum Tepeleri |
|
Skeleton Coast |
|
Ve Namib Çölünden son kare... |
Günün ikinci yarısında
Swakopmund’a ait bir yerleşim bölgesi Mondesa’ya gidiyoruz.
Bizim gecekondu, Güney
Amerikalıların -özellikle de Brezilyalıların- Favela, Hintlilerin Slum, Batı
Avrupalı ve Amerikalıların ise Ghetto dedikleri mahallelerin bu coğrafyadaki
karşılığı Shantytown veya Tin Can Town. Tam çevirisi “Teneke veya konserve kutusu Şehir” olan bu
mahallelere ismini veren ise insanların genellikle oluklu tenekeden inşa
ettikleri derme çatma evler. Dünyanın geri kalanında olduğu gibi bu mahalle de
şehre hem çok yakın hem de çok uzak. Burası sevimli sayfiye şehri Swakopmund’un merkezine sadece birkaç kilometre mesafede ama beyaz azınlığın yaşadığı
hayatla arasında onlarca yıl var...
Mondesa 1950’erde
Swakopmund’un çalışan Siyah Afrikalıları için kurulmuş. Namibya’yı uzun süre
kendi Apartheid’larından daha ırkçı ve daha acımasız bir sitemle yöneten Güney
Afrika’lılar, siyahların kendi evleri civarında yaşamalarını istemediklerinden bu mahalleyi kurmuşlar.
Hükümet 4 farklı
kabileden gelen siyah Afrikalıları, olası sorunlara engel olmak için Mondesa
içerisinde farklı bölgelere yerleştirmiş. Bu kabileler Damaralar, Herrerolar, Owambolar
ve Namalar. Bugün Mondesa’da yaklaşık 32 Bin kişi yaşıyor, Swakomund nüfusunun yarısından fazlası.
Mondesa’ya girer girmez
ilk göze çarpan üst üste konmuş briketlerden yapılma, kümes gibi, penceresiz ve alçak evler. Sahipleri ellerine para geçtiğinde kolayca genişletebilsinler diye
evlerini bu şekilde inşa ediyorlarmış. Ayrıca Mondesa da kendi içerisinde
fiziksel koşulları göreceli olarak daha da iyileşen bölgelere ayrılıyor. Az önce
sözünü ettiğim bu "geçici" evlerde yaşayanlar, daha iyi bölgelere yerleşmelerine izin verilmesini bekliyorlarmış. Her ne kadar kendilerine bu
bekleme süresi 1 veya 2 yıl olacak dendiyse de 12 yıldır “hala” bekleyenler varmış.
Fakat onca fakirliğe
rağmen Mondesa sakinleri mutlu görünüyorlar. Fotoğraf Makinesini gören herkes
ya gülümsüyor ve el sallıyor, ya da bembeyaz dişleriyle sırıtarak “Hello Sir,
How Are you?” diyerek sohbete başlıyorlar. Çocukların tepkisi ise neredeyse hep
aynı; ellerine adeta bir Rap Şarkıcısıymış gibi bir şekil verip objektifin
karşısında yerlerini alıyorlar. “Fakirler ama mutlular” gibi klişe bir cümle
sarf etmek istemiyorum ama gerçekten öyleler sanki. Bu gülümseyen yüzler sizde
bir güven duygusu da yaratıyor ki Mondesa gerçekten güvenli, hele de
dünyanın kalanındaki benzerlerine kıyasla. Ufak tefek hırsızlıklar dışında
herhangi bir suça rastlanmıyormuş.
Mondesa’daki ilk
durağımız Damara Kabilesinden yerel bir sanatçının atölyesi oluyor. Kendi eseri
tabloları ve tasarladığı tişörtleri derme çatma atölyesinde sergileyen sanatçı
bize Damara Dilini de tanıtıyor. Hani dilinizi üst damağınıza yapıştırıp sonra
hızla çeker de şaklatırsınız ya; klik sesi gibi bir ses çıkar... İşte Damara
dilinde bu klik seslerini fazlaca kullanıyorsunuz ve 4 farklı tipi var. Bazı
sözcüklerin anlamı bu klik seslerinden birini (veya damaktan gelen şaklamayı)
çıkartıp çıkartmamanıza göre tamamen değişiyor. Doğal olarak Damara dilindeki
bu klik’li sözcükleri telaffuz edebilmeniz neredeyse imkansız ama sohbet eden
bir grup Damara Yerlisini izlemek -ve dinlemek- oldukça ilginç. Ve eğlenceli de...
Sonraki durağımız bir
anaokulu; Lucky’s Kindergarten. Burası Mondesa’daki en fakir ailelerin
çocuklarına, aylık 2-3 Amerikan Doları gibi düşük bir miktar karşılığında
hizmet veren bir anaokulu. Aileler o kadar fakir ki bu çocukların büyük kısmı
evlerinde kahvaltı dahi edemeden aç karnına okula geliyorlarmış. Devletten
hiçbir yardım almayan okulun tek geliri bağışlar ve bizimki gibi turların okulu
ziyaret karşılığında ödediği ücretler. Öğrenciler bize şarkı söyleyip küçük de
bir dans gösterisi yaparlarken bol bol fotoğraf çekiyorum.
Ardından 80’ini geçmiş
Oma Lina’yı ziyarete gidiyoruz. Kendi evinde, oturma odasında ziyaret ettiğimiz Oma
(Büyükanne) Lina, Damara’ların tarihlerindeki ilk kadın şefmiş. Namibya
tarihinde geçen yüzyıldaki neredeyse tüm önemli gelişmelere tanıklık etmiş bu yaşlı Kadınla bir süre Almanca
sohbet ediyorum.
Daha sonra yerel bir
bara uğrayıp Mondesa’lı müzik grubunun verdiği birkaç şarkılık konseri de
dinledikten sonra yeniden Swakopmund’a dönüyoruz.
|
Mondesa |
|
Mondesa'dan bir İlkokul |
|
Her an poz vermeye hazır çocuklar |
|
Briketler üst üste konularak yapılmış evler |
|
Dünyanın her yerinde çocuklar aynı oyunları oynuyorlar sanırım... |
|
Poz veren bir başka Mondesa'lı çocuk ve arkada Damara'lı Sanatçıya ait atölye |
|
Atölye'den |
|
Margarita Damara Dilindeki klikleri öğrenirken |
|
Mondesa Sokaklarından |
|
Lucky's Kindergarten |
|
Lucky's Kindergarten, Anaokulu Öğrencilerinden |
|
Öğrencilerin yaptığı gösteriden |
|
Gösteriden bir kare daha |
|
Bu kez gösteri yapan Margarita |
|
Damara'ların tarihlerindeki ilk kadın Şef; Oma (Büyükanne) Lina |
|
Kuaför ve fotoğraf makinesini görür görmez poz veren çocuklar |
|
Back of the Moon Bar |
|
Barın içerisinden, topu topu bu kadarcık bir yer zaten |
|
Mondesa'lı amatör grup Afrika ezgileri söylerken... |
Gerçek Siyah Afrika ile
ilk kez karşılaştığım Mondesa’dan, Sömürgeci Beyazların yarattığı modern şehre dönmemiz
en fazla 15 dakika sürüyor.
Günün geriye kalanında
Sawkopmund merkezindeki sokaklarda dolanıyor, hediyelik eşya mağazalarına bakıyoruz. Gün batımında da sahildeki iskeleye gidiyoruz. Swakopmund’luların
“jetty” dediği iskeleden şehrin fotoğraflarını
çekiyorum. Mendosa’nın “teneke” evlerinden sonra sahildekiler Malibu’dakiler
gibi. Hayır California’ya gittiğimden değil, komedi dizisi Two and a Half Men’den
biliyorum...
Sahilde gün batımını izleyip otele kadar yürüyorum. Biraz oyalandıktan sonra akşam yemeği için oldukça şık The Wreck Restaurant’a
geçiyoruz. Burasını sonradan gezinin en lüks restoranı olarak anımsayacağım...
Ertesi sabah
sömürgecilerin kurduğu yapay modern şehirlerden içerilere, Siyah Afrika’ya doğru yol
almaya başlayacağız...
Son Olarak Swakopmund'dan Fotoğraflar...
|
Swakopmund Caddelerinden |
|
Caddelerden bir başka kare |
|
Hediyelik eşya dükkanı |
|
Gençler ne kadar süre park edebiliyor, bilmiyorum! |
|
Swakomund Sahilleri |
|
Malibu Sahilleri gibi demiştim, değil mi? |
|
İskeleden Swakopmund'a bakış |
|
Atlas Okyanusunda gün batımı... |
|
Balıkçılar o günkü avlarını temizliyorlar |
|
The Wreck Restaurant |
Sürecek...