Orhan Pamuk’un “Bir gün bir kitap okuyan ve bütün hayatı
değişen” karakteri misali “Bir gün bir konferansa katıldım ve bütün hayatım
değişti” diyebilmeyi çok isterdim, ama...
Bu ama’dan sonrasını siz doldurun artık, her nasıl istiyorsanız!
Geçen hafta İstanbul’daydım. Sevgili Gezimanya’cı Dostların
davetiyle World Tourism Forum, Dünya Turizm Forumuna katıldım.
İtiraf ediyorum genellikle bu tip organizasyonların, takım
elbiseli ciddi konuşmacıların sıkıcı bir takım şeyleri, ellerindeki küçük
kağıtlardan okudukları toplantılardan ve bol muhabbetli kahve molalarından
ibaret olduğunu düşünmüşümdür hep. Mesleki tecrübemin de etkisiyle tabii -Serde Hekimlik var ya...-
Fakat bu kez organizasyondan çok keyif aldım. Her şeyden
önce uzun zamandır bilgisayar veya akıllı telefonumun ekranı aracılığıyla
tanıdığım, bloglarını takip ettiğim bir sürü harika insanla “en sonunda”
tanıştım. Forum
öncesi tanımadığım, davetli olarak gelen pek çok yabancı blogger’ı tanıma fırsatım da
oldu. Hatta seyahat blogları yazma işinin ne kadar özelleştiğini fark edip şaşırdığım
Souvenirfinder.com isimli bloğun yazarıyla bile tanıştım; New York’lu
Kristin Francis bloğunda seyahat ettiği yerlerdeki orjinal, "bir öyküsü olan" hediyelik eşyaların peşinde koşuyormuş...
Tamam arada sıkıldıklarım olsa da ilgimi çeken sunumlar da vardı.
Sözgelimi Sevgili Murat’ın (Murat Özbilgi) moderatörlüğünü yaptığı Blogging
konulu paneli zaten merakla bekliyordum. Bir de forum’un Ağır Abi’lerinden Jose
Manuel Barroso’nun konuşmasını ilgiyle izledim. Cv’sinde Avrupa Komisyonu
Başkanlığı ve Portekiz Başbakanlığı gibi pozisyonlara sahip, şu aralar da
Princeton Üniversitesinde ders veren Barroso’nun Politikaların Turizm
Endüstrisi üzerindeki etkileri üzerine yaptığı konuşma, içeriği bir yana,
bence politika alanında kariyer yapmak
isteyenlere ders verir nitelikteydi.
|
Moderatörlüğünü Murat Özbilgi'nin yaptığı Blogging başlıklı panelden. Bendeniz de bir köşede ilgi ile dinliyorum... (Fotoğraf için sevgili Olcay Varol'a teşekkürler) |
Fakat en çok ilgimi çeken, beni en çok heyecanlandıran konuşma
başkaydı; Dolby’nin Bölgesel Direktörü Arkın Kol’un “Sinema Turizmi; Bir Ulusu
Marka yapmak” başlıklı konuşması.
Bloğumu takip edenler sinemaya olan ilgimi bilirler. Filmlerin
seyahat edeceğim diyarları belirleme konusunda ne kadar etkili olduklarını da. Hatta
bu konuda yazı yazmışlığım bile vardır. Hala okumadıysanız buyurun tıklayın...
İşte o sabah Arkın Kol’un, önündeki bir metinden okumaksızın,
oldukça akıcı bir İngilizceyle yaptığı konuşmasında duyduğum en önemli cümle,
beni en çok heyecanlandıran cümle şuydu; "Hollywood
dünyanın en büyük seyahat acentesidir".
Arkın Bey’in verdiği rakamlara göre geçen yıl tam 40 Milyon
kişi bir filmde gördüğü destinasyona seyahat gerçekleştirmiş.
En başta dedim ya “Bir gün bir konferansa katıldım ve bütün
hayatım değişti” diyebilmeyi çok isterdim diye. İşte o günden beri aklıma takılıp
duran, işimden uzun bir izin alıp, filmlerden çıkıp hafızama yerleşmiş sürüyle imgenin
peşinden dünyayı dolaşmak fikri... Hafızamda sakladığım o filmlerin çekildiği mekanları
kendi gözlerimle görmek, fotoğraflarını çekmek, hatta daha ileri gidip
filmlerin oralardaki etkilerini aramak, gözlemlemek. Düşünsenize “20 Film 20
Destinasyon” başlıklı, bol fotoğraflı bir yazı. Güzel olmaz mı?
Neyse bunun için birileri
bana sponsor olmayacağına göre bakınız yazının başındaki ikinci cümle; "Çok
isterdim ama..." Bu arada sponsor olmak isteyen varsa da engel olmam, hatta “10
Film 10 Destinasyon” da olur...
Tamam, çok fazla hayal kurmadan Arkın Bey’in konuşmasına
dönelim. Forum’da o sunumu hayranlıkla dinledikten sonra biraz da kendim
araştırdım. Bu konuda yani Filmlerin turizm üzerine olan etkileri konusunda çok
fazla çalışma yapılmış cidden. Arkın Bey’in konuşmasından ve sonrasında
okuduklarımdan aklımda kalanları paylaşmak istedim.
Yukarıda da dediğim gibi geçen yıl tam 40 Milyon kişi bir filmde
gördüğü destinasyona seyahat etmiş.
Son bölümü 1991 yılının Nisan ayında gösterime giren
efsanevi Dallas Dizisindeki Southfork Çiftliğini, hala yılda 500 Bin kişi ziyaret
ediyormuş.
Mel Gibson’un 1995 yılı yapımı harika filmi Braveheart’ın
ardından İskoçya’yı ziyaret eden turist sayısı yüzde 300 artmış.
Yine 2004 yılı yapımı Troy (Truva) filminin ardından
Çanakkale’yi ziyaret eden turist sayısında yüzde 73 artış olmuş. İlginç olan
filmin çekildiği birkaç mekan arasında Malta, Meksika ve Fas var ama Çanakkale
yok. Film projesinden haberdar olduklarında çekimlerin en azından bir bölümünün
Çanakkale’de gerçekleştirilebilmesi için Turizm Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı bayağı bir
çaba göstermişler ama maalesef olmamış. Yönetmen Wolfgang Peterson, bu konuda
yaptığı bir açıklamada “politik istikrarsızlık” nedeniyle filmi Türkiye'de
çekmediklerini belirmiş. Bir de "Ayrıca Türkiye'nin lojistik ve altyapı
eksikliği Malta ve Meksika'yı seçmemize neden oldu" demiş.
Aşağıdaki internetten bulduğum tabloda bazı filmlerin
ziyaretçi sayısındaki artışa etkileri görülebilir.
Tabloda, izleyen hemen herkesde Yeni Zelanda'ya gitme isteği uyandıran The Lord of The Rings (Yüzüklerin Efendisi) serisi neden yok bilmiyorum ama biraz araştırdım; Forbes’de bulduğum bir makaleye göre serinin ilk filmi The Fellowship of the Ring'in ardından
Yeni Zelanda’ya giden turist sayısında yüzde 50 artış olmuş.
Bu tabloda dikkatimi çeken bir diğer film, benim de çok sevdiğim, 1989 yılı yapımı Kevin Costner'ın başrolünde oynadığı Field of Dreams
(Düşler tarlası) filmi oldu. Tamam çok güzel bir filmdir ama, Iowa'nın bildiğiniz mısır tarlalarından
başka bir görüntü içermeyen bir köşesinin filmin ardından küçük çapta
bir hac mekanına dönüşmesi, sanırım filmlerin turizm üzerine olan etkisini anlamak adına çok önemli.
|
Düşler Tarlası (Field of Dreams,1989) Iowa |
Yapılan bir araştırmaya göre de Meksika’da çekilen her bir film için yapılan 1 Dolarlık yatırım, 2,5 Dolar turizm geliri olarak geri
dönüyormuş.
Yine internette dolaşırken karşıma çıkan ilginç bir bilgi:
Büyük ihtimalle sinema tarihi boyunca bir şehrin tanıtımında en büyük paya sahip olan 1942
yapımı Casablanca filmidir. Bu film sayesinde dünyanın yarısı Fas’ta bu isimde
bir şehrin varlığından haberdar olmuştur. İşte bu klasik film Casablanca şehrinde çekilmemiş. Tüm film Warner Brothers’ın Burbank Stüdyolarında çekilmiş. Stüdyo
dışında çekilen tek sahnesi, meşhur havalimanı sahnesi için de Los Angeles
yakınlarındaki küçük bir havalimanını kullanmışlar. Fakat buna rağmen kim bilir
kaç seyyah Casablanca’daki Rick’in Kafesi’nde kadehini kaldırıp “Play it again, Sam" demiştir...
Yine ABD’de yapılan bir araştırmada şöyle bir soru sormuşlar: "Eğer
filmlerde gördüğünüz bir destinasyona seyahat etme şansınız olsaydı nereyi
seçerdiniz?" En sık verilen yanıt New York olmuş... Büyük ihtimal ortalama Amerikalıların pek çoğunun, kendi ülkeleri dışında bir dünyanın var olduğundan haberdar
olmaması nedeniyledir. Ya da iyimser bir tahminle New York’un belki de Paris’le
birlikte en fazla film çekilen mekanlardan biri olması yüzündendir diyebiliriz.
Fakat bazı ilginç yanıtlar da çıkmış ortaya; mesela birkaç
kişi Mars demiş ki araştırmanın yapıldığı tarihte henüz Marslı, The Martian filmi çekilmemiş. Hatta Star Wars’daki Ölüm Yıldızı’nı (Death Star) ziyaret
etmek istediğini söyleyenler bile olmuş...
Bu soruyu ben de sordum Facebook ve Twitter’dan.
İlginç sonuçlar çıktı, onları da bir sonraki bölüme anlatayım.