En baştan söyleyeyim; kendimi asla bir Seyahat Fotoğrafçısı
olarak görmüyorum. Hatta “henüz” iyi bir fotoğrafçı olarak bile görmüyorum.
Daha zaman var... Soracak olursanız arada sırada iyi fotoğraflar çeken bir
gezgin olarak tanımlardım kendimi. Hadi gezgin de demeyeyim, bir “gezen” olarak
tanımlardım. Malum “gezginlik” mertebesine kabul edilmek bu topraklarda
Nirvana’ya ulaşmaktan daha zor... (Neyse, bu bir sonraki yazının konusu)
Evet yukarıda da dediğim gibi kendimi zinhar bir Seyahat
Fotoğrafçısı olarak görmüyorum. Hem zaten meşhur bir Türk gezgini de “Dünyayı
çok iyi gezen Türk gezginlerimiz var ama içlerinden fotoğrafçı olanını hiç
görmedim” demiyor mu?
Neyse, bu yazının amacı da “İyi seyahat fotoğrafı nasıl
çekilir” sorusuna yanıt vermek değil kesinlikle. Ben sadece kendi
tecrübelerimden yola çıkarak bazı önerilerde bulunmak, bazı konularda
fikirlerimi, deneyimlerimi paylaşmak istedim. Belki hem gezip hem de fotoğraf
çekenlere bir faydam dokunur...
Ve listelerden çok hazzetmediğimden söylemek istediklerimi
başında rakamlar olmayan başlıklar halinde yazıyorum, izninizle.
Seyahat öncesi planlama önemlidir.
Aslında böyle bir başlık altında önerilerde bulunmak
fotoğraf meraklıları için hakaret bile sayılabilir farkındayım ama yine de adet
yerini bulsun diye değinelim.
Bir fotoğraf karesinde görselliği ortaya çıkaran yegane
faktör “ışık” tır malumunuz. Doğal olarak da eğer fotoğraf çekmek seyahatimizin
önde gelen amaçlarından biriyse, hedefimize doğru yola çıkarken ışığın peşinden
gitmeliyiz. Bu da bir yıl içerisindeki en iyi hava koşullarının, en iyi ışığın
hangi dönemde olduğunu iyice araştırıp seyahatimizi ona göre planlamamız
anlamına gelir.
Muson yağmurları altında Angkor Wat’ın o çok bilinen yansımalı fotoğrafını çekebilir misiniz sözgelimi?
|
Angkor Wat, Kamboçya |
Dünya yüzeyinde nereye gidecekseniz gidin en iyi ışığın yılın
hangi döneminde olduğunu, en iyi fotoğrafları ne zaman çekebileceğinizi basit
bir Google araması ile bulabilirsiniz.
Mesela fotoğrafçıların “Altın Saat” (Golden Hour) dediği, gün
doğumundan hemen sonra veya gün batımından hemen önce, güneşin hala görünür,
gökyüzünün kızıl ve yumuşak olduğu saatlerin peşinde koşuyorsanız, hedefiniz dünyanın neresi olursa olsun bu konuda
size yardımcı olacak web siteleri mevcut. Mesela: The Golden Hour Calculator. Ayrıca sitesi olur da uygulaması olmaz mı? Tabii ki Apple'da var; Golden Hour diye arayın, göreceksiniz.
Bir de güzel ışığın yanında bir festival olsa fena mı olur?
Araştırma demişken...
Lütfen, ne olur RAW çekin!
Ne zaman bir gezen’e “fotoğraflarını RAW formatında
çekiyorsun, değil mi?” diye sorsam, aldığım yanıt neredeyse hep aynı oluyor:
“Ama RAW çok yer kaplıyor”.
Doğru çok yer kaplıyor, ama bence ısrarla RAW
kullanılmamasının gerçek nedeni çok yer kaplamasından ziyade üşengeçlik. Çünkü
özellikle uzun süreli seyahat eden hemen herkes yanında bir PC ve harici hard
disk taşıyor zaten. Sonuçta tek yapmanız gereken akşamları o gün çektiğiniz
fotoğrafları hard diskinize aktarmak, bunun için internet bağlantısına da
ihtiyacınız yok üstelik...
Bildiğiniz gibi dijital fotoğraf makineleri çektiğimiz
kareleri en sık 2 farklı formatta kaydeder. Hepimizin iyi bildiği jpeg ve RAW.
RAW formatında sensör üzerine düşen görüntüye ait veriler,
yani çektiğimiz fotoğraf, herhangi bir işlemden geçirilmeden olduğu gibi
saklanır. Hatta fotoğrafa ait beyaz ve renk dengeleri, eğriler, keskinlik gibi
birtakım “teknik” veriler de farklı elementler halinde korunur. Yani, fotoğrafa
ait her şey ham haliyle hep elinizin altındadır.
Zaten RAW da bir takım sözcüklerin ilk harflerinden oluşan
kısaltma biçiminde bir terim değil başlı başına bir sözcüktür ki İngilizcede “ham”
anlamına gelir...
Jpeg ve benzeri diğer formatlarda ise sensör üzerine
düşen görüntüye önce belirli işlemler uygulanır. Makine bu arada fotoğrafınızı
sıkıştırır, sıkıştırtırken de bit değerini düşürür öyle kaydeder. Ve yapılan bu
işlem de geri alınamaz.
Bu yüzden çektiğiniz fotoğrafları RAW formatında bir köşeye
atıp saklayın ki daha sonra olur da fotoğrafçılığa olan ilginiz artar, fotoğraf
işleme konusunda kendinizi geliştirir hatta birazcık fotoşop ya da lightroom vs
öğrenirseniz o kareler üzerinde pek çok düzenleme yapabilirsiniz. Bir gün bir
bakmışsınız, çok karanlık olmuş dediğiniz, beğenmeyip bir köşeye attığınız
fotoğraf, yıllar sonra işlediğinizde harika bir kareye dönüşüvermiş...
Zamanında Peru’da, Bolivya’da, Vietnam’da, Kamboçya’da,
Laos’ta “maalesef” sadece jpeg fotoğraflar çekmiş bir fotoğraf meraklısının
pişmanlığıyla yazdım bunları, bana güvenin...
|
Swakomund, Namibya |
Fotoğraflarınıza gözünüz gibi bakın lütfen...
Hangimizin geçmişinde bir hard disk faciası yok ki?
Malumunuz dijital fotoğrafçılık işimizi çok kolaylaştırdı belki ama
fotoğraflarımızı nasıl saklayacağımız konusu da yepyeni bir sorun olarak çıktı
karşımıza.
Bu konuda yapabilecekleriniz hakkında fikir alabileceğiniz onlarca internet sitesi var, ama bazen ne yaparsanız yapın
başınıza gelebiliyor. Bunu Hırvatistan, Bosna-Hersek ve Karadağ’da çektiği
kareleri yitirmiş biri olarak söylüyorum.
Bu konuda sadece 3 önerim olacak. Her zaman ama her zaman
“donanımı güvenli kaldır”ın... Hard disk alırken ucuzuna kaçmayın. Ne de olsa
seyahat ettiğiniz yerlere yeniden gitmek çok daha pahalıya gelecek. Ve
kesinlikle birden fazla yedeğiniz olsun. Bir de unutmayın lütfen, bir Türk
Büyüğünün de dediği gibi: “Bulut sistemi dedikleri bir şey var...”
Beklentinizi düşük tutmaya çalışın...
Eğer serde gezginlik varsa ve fotoğrafla da birazcık olsun
ilgileniyorsanız, eminim benim gibi seyahate kafanızda önceden çekilmiş bir
sürü kareyle çıkıyorsunuzdur. Hatta gördüğünüz tek bir fotoğraf karesinin
ardından yollara düşmüş bile olabilirsiniz ama...
Evet bu işin bir aması var...
Sözgelimi Güney Amerika'da Iguazu’da tripod’u koyup, şelalelerden aşağıya
akan suyu beyaz bir tül gibi görüntüleyeceğiniz uzun pozlama gibi hayaliniz
varsa kafadan vazgeçin... Çünkü Iguazu ıslaktır. Neredeyse Şelaleleri
görebildiğiniz her noktada, havada yoğun su damlacıklarından oluşan, sizi yavaş
yavaş ıslatan bir tabaka vardır. Objektifinizde beliren su damlalarını neredeyse
her 3-5 karede bir silmeniz gerekir. Kalabalık da cabası.
Eiffel Kulesi, Taj Mahal, Angkor Wat, Macchu Picchu,
Patagonya'daki Perito Moreno Buzulu, Bhutan’daki Tiger’s Nest Manastırı gibi
mekanlar, herkesin fotoğraflamak istediği mekanlardır. Dolayısıyla bu
saydıklarımı en iyi gören, o klasik fotoğraflarının çekildiği noktalar daima
kalabalıktır. Kendinize tripodunuzu yerleştirecek ufacık bir alan yaratmak bile
zordur bazen. Yani önceden kafanızda kurguladığınız kareyi çekmek ciddi çaba
gerektirebilir.
Kimi zaman sabırla sıranızı beklersiniz ama kadrajınıza
giren selfie'cilerin işlerini bitirmeleri sinirlerinizi bozacak kadar uzun
zaman alır. Kibarca izin ister hatta kimi zaman da bir üst tondan uyarmak
zorunda kalabilirsiniz.
Siz de sıranız geldiğinde işinizi başkalarının sinirlerini
bozacak kadar uzun tutmayın bu arada.
En bilinen fotoğrafla bir örnek vereyim;
Bilenler bilir, Tac Mahal “Büyük Kapı” Darwazi Rauza'dan
girer girmez tüm ihtişamıyla karşınızdadır. İşte o noktadan, Tac’ın tam
karşıdan, gökyüzünün pırıl pırıl, kadrajda kimseciklerin olmadığı bir karesini
çekmek isterseniz sabah ilk giren birkaç kişiden biri olmalısınız. (Gökyüzü,
genellikle sadece sabah erken saatlerde pırıl pırıldır, daha sonra ortalığı bir
nem bulutu kaplar bu arada...)
Hatta giriş biletini bir önceki günden satın almak bile iyi
bir fikir olabilir. Ve gün doğmadan kalktınız, zaten biletiniz var, sıra
beklemeden içeri girdiniz, hızlıca malum noktaya varıp fotoğraf çekmeye
koyulun. Acele edin, çünkü temiz bir kadraj ve rahatça hareket ederek, yani
fotoğraf çekerken omuzlarınızın bir başkasına dokunmadığı bir kare yakalamak
için çok az zamanınız var.
|
Darwazai Rauza'dan Tac Mahal |
Yeri gelmişken naçizane bir tavsiye, işte o anda, her
çektiğiniz kareden sonra, nasıl olmuş diye kontrol etmekle zaman kaybetmeyin.
Kalabalık bastırıncaya kadar çekmeye devam. Sonra bakarsınız fotoğraflara...
Eski fotoğraf üstatları, hele de zamanında analog
makinelerle fotoğraf çekmiş üstatlar bu son söylediğim konusunda bana
katılmayabilirler. O ellerindeki 36’lık filmleri en doğru, en verimli kullanmak
uğruna fotoğraf çekmekte o kadar usta olmuşlardır ki... Doğal olarak dijital
makinelerde de bu alışkanlıklarını sürdürürler. “Az kare öz kare” şeklinde. Ama
zamanın kısıtlığı olduğu mekanlarda işler böyle yürümüyor maalesef.
Tabii ki burada parmağınız deklanşörde basılı kalsın,
çekebildiğiniz kadar çekin, arada nasıl olsa 1-2 tane güzel kare yakalarsınız
demiyorum. Sadece elinizden geldiğince "hızlı olun" diyorum. Çünkü sadece Taj Mahal de değil tüm
popüler turistik mekanlarda etrafınızdaki hemen herkes fotoğraf çekiyor
olacaktır.
Ve belki de moralinizi bozacak bir anı daha. Ama zaten bu
bölümün başlığı “beklentinizi düşük tutmaya çalışın” değil mi?
Bhutan’a gitmeden önce Punakha Dzong’un harika gece
fotoğraflarını görmüştüm. Projektörlerin aydınlattığı taş duvarlar ve ahşap
bölümlerin gecenin karanlığındaki görüntüsü çok hoşuma gitmişti. Sırf bu kareyi
çekebilmek için yanımda tripodumu götürmüştüm hatta. Fakat Punakha’da kaldığımız o gece projektörler çalışmıyordu. Muhteşem Dzong karanlığın içinde
kaybolup gitmişti...
|
Punakha Dzong, Bhutan |
|
Punakha Dzong ve keşişler, Bhutan |
Ve bu bölümdeki son söz; fotoğraf çekmek “bazen” pahalıdır. Sözgelimi aşağıdaki fotoğrafı çekmenin bedeli
seyahat masraflarınıza ilave 150 Dolardır. Yani Zimbabve ve Zambiya sınırları
arasındaki Victoria Şelalesinde yapacağınız 10 dakikalık helikopter turunun
bedeli... Üstelik 70 kilodan fazla çekiyorsanız ön koltuğa da oturamazsınız.
Küçük helikopterlerde açılabilir cam sadece ön koltukta olduğundan da fotoğraflarınızı
arkada tarafta otururken ancak camın arkasından çekersiniz.
|
Zambiya ve Zimbabve sınırındaki Victoria Şelalesi |
Zaman önemlidir...
Seyahate çıktınız, bir hedefiniz ve kafanızda da hedef noktanızda çekeceğiniz kareler var.
İşte hedefin karşısına geçtiğinizde ne kadar zamanınızın
olduğu çok önemlidir.
Gönül ister ki tripodumuzu kuralım, diyaframı, enstantaneyi
ayarlayalım, hayalini kurduğumuz kareyi çekene kadar acele etmek zorunda
olmadan uğraşalım...
Fakat çoğu zaman imkansızdır.
Tabii ki eğer yalnız seyahat ediyorsanız zaman konusu size
kalmıştır. Hele de aylarca süren bir seyahatin bir noktasında iyi bir
fotoğraf çekmek istiyorsanız, o günkü programınız da esnekse istediğiniz kareyi
yakalayana kadar dilediğinizce zaman harcayabilirsiniz.
Ama yukarıda da dediğim gibi işler her zaman öyle olmaz işte. Çoğu zaman programınız sıkışıktır, esnek değildir, dolayısıyla hedefinizde geçireceğiniz süre çok kısadır. Hele de
turla seyahat ediyorsanız. Böyle
durumlar için makinenizin otomatik ayarını kullanmak fena bir fikir
olmayabilir. Bu o kadar da kötü bir şey değil inanın. Dünyanın parasını
verdiğiniz makinenizde zaten bir “otomatik ayar” seçeneği var, neden
kullanmayasınız ki? Zaman kazandırır...
Turla seyahat edip de iyi fotoğraf çekmek isteyenlere küçük bir tavsiyem olabilir: Gittiğiniz hiçbir yerdeki hiçbir rehber size kitaplarda veya google’da
bulamayacağınız bir şeyler anlatamaz. Eğer fotoğraf çekmeyi gerçekten
seviyorsanız, boş verin rehberin anlattıklarını siz fotoğrafınızı çekin. Ve bir
tüyo; eğer bir grupla seyahat ediyorsanız en temiz kareleri yakalamak
için, bir mekana geldiğinizde ya ilk giren olmalısınız ya da son çıkan.
Bu arada ismi "fotoğraf gezisi" olan birtakım turlara
dikkat etmenizi öneririm. Bu turlarda “zaman” konusu, tur belli bir süre ve
program içerisinde gezilmesi gereken birtakım mekanların listesinden
oluştuğundan yine sıkıntılı olabilir. Zaten pek çoğu bildik programların önüne
“fotoğraf turu” yazılmasından oluşmuştur. Daha pahalı olanlarında ise tur
boyunca sürekli danışabileceğiniz meşhur bir fotoğrafçı size eşlik eder.
Bazı fotoğraflar ise malum bir anda, şans eseri ortaya çıkıverir. Oradan
geçiyorsunuzdur, bir anda görüş alanınıza o “kare” giriverir, makineniz kolay yerdedir, çıkarır deklanşöre
basarsınız ve harika bir fotoğraf çıkar ortaya. O yüzden zaman kadar hazır olmak da önemlidir.
|
Şanslı Kare'ye bir örnek. "Do Not Feed Animals" yazısı üzerindeki maymunlar. Cinnamon Lodge, Habarana Hotel, Sri Lanka |
Donanım her şey değildir ama önemlidir...
Tabii ki fotoğrafı çeken makine ve objektif değildir. Cep
telefonuyla veya basit kompakt makinelerle çekilmiş bir sürü muhteşem fotoğrafla
karşılaşabilirsiniz, doğru. Ama donanım
da önemlidir, kabul edelim.
Bir de şu var; o kocaman makineleri, objektifleri boşuna
taşımıyoruz...
Örneğin Perito Moreno buzulunun tam karşısına geçtiğinizde geniş açılı bir objektifin ne denli önemli olduğunu anlarsınız. Bir
bakmışsınız devasa Buzul kadrajınıza sığmıyor. Ya da Petra’da El Hazne’nin
karşısına geçtiniz. Kamerayı dik tuttunuz, yerlere de yattınız ama türlü El
Hazne’nin tamamını kadrajınıza alamadınız... Yine “ah bir geniş açı objektifim olsaydı” dersiniz, inanın bana.
Etosha Milli
parkında doğal yaşamlarındaki hayvanları görüntülemek, National Geographic
tadında kareler yakalamak isterseniz ihtiyacınız olan objektifler ise büyük ihtimalle
kullandığınız arabadan daha pahalı olacaktır.
|
El Hazne, Petra. Ürdün |
|
Etosha Ulusal Parkı, Namibya Canon EOS 6d + Canon 70-200 mm f4 lens |
Diğer bir yandan yukarıda sözünü ettiğim o anlarda hemen
yanınızda elindeki akıllı telefonuyla Perito Moreno’nun kolaylıkla panoramik
fotoğrafını çeken birileri veya El Hazne’nin tamamını selfisi’ne sığdıran
onlarca kişi olacaktır. Ve büyük olasılık bu kareler, hele de bir sürü
filtreden geçirildikten sonra Instagram’ın o ufacık ekranında harika görüneceklerdir.
Fakat bir de o karelere büyük bir ekranda bakmayı deneyin veya bastırın bakalım o zaman nasıl
görünecekler?
Full frame bir makine ve F değeri -diyafram açıklığı- 2.8, bilemediniz 4 olan
bir objektif ile çekilmiş bir fotoğrafı İnstagram’ın ufacık ekranında
gördüğünüz filtrelenmiş bir fotoğrafla kıyaslarken, siz siz olun, estetik konular tamam da aman “teknik”
konulara girmeyin.
DSLR’mi
Aynasız mı sorunsalı...
Kişisel fikrimi paylaşmam gerekirse kim neyi isterse
kullansın... Ama herkes dürüst olsun, önce kendine karşı.
DSLR makinesine ve objektiflerine dünyanın parasını
yatırmış, aynasız makineye geçmek isteyip de donanımını, harcadığı paranın çok
daha azına elinden çıkaramayacağını bilen Abi’nin aynasız karşıtlığı ne kadar
doğrudur?
Veya kendisine sponsor olan firmanın hediye ettiği aynasız’ı
kullanan fotoğrafçı veya blogger’ın aynasız hakkındaki “hem DSLR ile aynı
kalitede fotoğraf çekiyor, hem de çok hafif...” diye başlayan yorumlarına ne
kadar güvenebilirsiniz?
Hangi DSLR kullanıcısı hiç de uygun olmayan koşullarda,
kalabalıkta veya rüzgarlı bir çölde (mesela Namib çölünde, tecrübe ile sabit!)
objektif değiştirirken içinden küfür etmez ki? Ya da ertesi günü tümüyle
fotoğraf çekerek geçirmeyi planlayan bir aynasız kullanıcısı, kendisine gerekli minimum 5 bataryayı şarj etmek için saatini kurup da her 2 saatte bir şarj cihazındaki bataryayı değiştirmek için uyanırken usturuplu bir küfür savurmaz mı içinden?
Dürüst olalım...
|
Namib Çölü, Swakopmund-Walvis Bay arası bir yerler, Namibya |
Ve birbirinin eşdeğeri olduğu iddia edilen DSLR ve
Aynasızları karşılaştırırken fiyatlarını ve ağrılıklarını iyice araştırıp öyle
karşılaştıralım, belki de DSLR’ler o kadar pahalı, aynasızlar o kadar hafif
değildir...
Ve tabii ki gerçekten ne istediğinize bir karar verin önce.
Seyahatten geri döndüğünüzde fotoğrafların yarısından fazlasında karede siz de
yer alıyorsanız mesela, basit bir kompakt makine alıp geçin bence.
Mütevazi olmakta fayda vardır, her zaman!
Sizi hayal kırıklığına uğratacağım, çok üzgünüm ama
paylaştığınız fotoğrafın aldığı “like” sayısı o fotoğrafı iyi bir fotoğraf
yapmaz.
Keza fotoğrafı çektiğiniz mekanın en çok gitme hayali
kurulan, hatta çoğu zaman çok zor ulaşılabilen bir yer olması da fotoğrafınızı
iyi yapmaz.
Bunları hasbelkader, Machu Picchu, Angkor Wat, Petra’daki El
Hazne, Namib Çölünün Dune’ları, Tiger’ Nest Manastırı, Dünyanın Sonundaki Fener,
Patagonya Buzulları, Havana'daki Devrim Meydanı, Luang Prabang’ın Tak
Baat törenindeki Keşişleri, Tac Mahal, Kanchenchunga Dağı, Mostar Köprüsü ve daha başka pek çok ünlü görüntünün fotoğrafını çekmiş biri olarak söylüyorum.
Çünkü her seferinde çektiğim her bir karenin daha güzeline basit
bir Google araması ile ulaşabildim.
Aslında bu saydıklarım karşınızda dururken görüntü o kadar
harikadır ki o kareyi güzel bir fotoğrafa dönüştürmek için çoğu zaman sadece
makineniz düz tutmanız yeterlidir, tıpkı aynı mekanları ziyaret eden
yüzbinlerce fotoğrafsever gibi.
Dolayısıyla çektiğiniz fotoğrafların bir köşesine, hele de
ismimizin sonuna “photography” diye yazarak bir imza atmayın, en azından işin daha
henüz başındayken....
Zaten o fotoğrafınızı “izinsiz” kullanmak isteyen isminizi
oradan kolaylıkla kaldırabilir, biliyorsunuz değil mi?
Bir de naçizane tavsiyem her şeyden önce şuna karar verin.
İyi fotoğraflar mı çekmek istiyorsunuz, yoksa Instagram ve benzeri sosyal medya
uygulamalarında daha çok “like” alacak fotoğraflar mı?
İyi fotoğraf için önerim doğru bir başlangıç yapmak olabilir.
Bir fotoğraf kursu gibi. Sözgelimi Antalya’daki ANFAD ve ANFOK düzenli aralıklarla fotoğrafa yeni başlayanlar için Temel Fotoğraf Eğitimleri düzenliyorlar. Eminim her nerede yaşıyorsanız sizin de ulaşabileceğiniz benzer kurslar, eğitimler vardır.
Ve tabii ki okumak, fotoğrafçılığınızı geliştirebileceğiniz bir sürü de kitap var.
ve eğer amacınız “like” ise bununla ilgili de google’da
pek çok şey bulabilirsiniz.
Seyahat fotoğraflarının olmazsa olmazı, insanlar,
portreler...
Gittiğimiz diyarlardaki “bize farklı gelen” insanları
fotoğraflamak hepimizin ilgisini çeker, öyle değil mi?
Hindistan’nın Sadhu’ları, Küba’nın ağzında kocaman pürosuyla
gülümseyen insanları, And Dağlarının rengarenk giysili küçük şapkalı Quechua kadınları, Budist
coğrafyanın keşişleri, Kara Afrika’nın bembeyaz dişli gülümseyen çocukları...
Liste uzar gider.
Bu insanlar fotoğraflarımıza renk katarlar öyle değil mi?
Tabii ki çoğu zaman ufak bir ücret karşılığında...
Kişisel olarak insanları doğal yaşamları içerisinde
fotoğraflamayı çok seven biri olsam da bu iş çok kolay değil, söylemeliyim.
Öncelikle izin almalısınız. İzin almak bazen sadece birine
kameranızı gösterip “çekebilir miyim?” anlamında bir harekettir. Bazen doğrudan
yanına gidip, kısa bir sohbetin ardından “fotoğrafını çekebilir miyim?” diye anlaşabileceğiniz bir dilde sormalısınız. Hatta sonrasında makinenizin dijital ekranında, çektiğiniz
fotoğrafı göstermek de adettendir. Bazen de bu pozun karşılığını ödemeniz
gerekir.
Tam da burada hepimizin iyi bildiği bir tavsiyeyi ben de
tekrarlayayım. Yanınızda çektiğiniz fotoğrafın karşılığında bahşiş olarak
verebileceğiniz ufak miktarlarda para bulundurun.
Ve genelde az kimsenin aklına gelen
bir tavsiye de benden: O ufak miktarın ne olacağını önceden belirleyin, bazen
düşüncesizce davranıp karşımızdaki insanı bırakın hayal kırıklığına uğratmayı,
kızdırabilecek derecede “ufak miktarlar” verebiliyoruz çünkü. Bir turistin
İstanbul’da fotoğrafını çektiği bıyıklı amcaya 1 TL vermesi gibi...”
Kişisel önerim bir fotoğrafın karşılığı en azından bir kahve veya bira parası
olmalıdır.
Küçük bir tavsiye daha, lütfen ebeveynlerinden izin almadan çocukların fotoğraflarını çekmeyin ve asla onlara fotoğraf karşılığında bahşiş vermeyin.
Benim gibi izin istediğinizde modelinizin ister istemez poz
verdiğini ve fotoğrafın da büyüsünün bozulduğunu düşünenlerdenseniz diğer bir
yöntem uzaktan, çaktırmadan çekmek olabilir. Bunun için de en azından orta düzeyde bir teleobjektifiniz
olmalı. Fakat yakalanırsanız “kızgın” bakışlara hedef olabilirsiniz. Tıpkı hemen
aşağıdaki fotoğrafta olduğu gibi.
|
Bhutanlı "kızgın" Kadın. Paro'da bir tapınak. Bhutan |
Tabii bir de izin sorunu var.
Şimdi işin bu kısmında uzun uzun Fikir ve Sanat Eserleri
Kanununda söz edilen “İmajı, fotoğraflananı insan olan fotoğraflardaki hukuki
durum” la ilgili uzun ve sıkıcı birtakım maddelerden söz etmektense, izninizle
ne anladığımı söylemek istiyorum.
Birincisi kadrajınızdaki insandan izin alın. Tabii ki bunu
yazılı yapamayacaksınız, ama izin aldığınızı ifade edebilecek ikinci bir
fotoğraf akıllıca olabilir. Ne bileyim fotoğrafını çektiğiniz Ağabey ile
birlikte hatta el sıkışırken çekilmiş ikinci bir fotoğraf gibi.
İkincisi bu fotoğrafı sosyal medyada paylaşmanızın bir
sakıncası yok. Gönül rahatlığıyla Instagram’a falan koyabilirsiniz. Fakat ne zaman ki
bu kare çok beğenilir, bir dergide veya bir reklam afişinde vs yer alır ve siz bu kareden para kazanmaya
başlarsınız işte o zaman fotoğraftaki kişiyle aranızda masaya oturup pazarlık etmenizi gerektirecek bir durum ortaya çıkar.
Eğer bir gün bir “Afgan
Kızı” yakalamak gibi bir hayaliniz yoksa bu konuyu çok fazla takmayın derim.
Tabii ki karenizde yer alan insanları küçük düşürecek fotoğraflar paylaşmamak
koşuluyla.
Bir de, Instagram’da başıma geldiği için söz etme gereği
duyduğum bir “meme ucu” sorunu var... Aşağıdaki Himba Kadını fotoğrafını Namibya’nın
Kunene bölgesinde çektim. Instagram’a yükledikten bir süre sonra ise fotoğraf
“topluluk kurallarına uymadığı" bahanesiyle site tarafından kaldırıldı.
|
Himba Kadını, Kunene, Namibya |
Fotoğrafın “müstehcenliğini”
tartışmaya gerek bile duymuyorum. Fakat fotoğraf kaldırıldıktan sonra bunu
facebook ve twitter hesaplarımda da paylaştım ve müstehcenlik konusu dışında bir diğer
tartışmanın içinde buldum kendimi.
Fotoğrafı çekerken izin aldım mı? Bu fotoğrafı paylaşmam ne
kadar etik?
Tabii ki bu fotoğrafı çekerken yazılı bir izin almadım. Sadece
uzaklardan kameramı gösterip, çekiyorum gibi bir hareket yaptım ki, modelim
karşılığında sadece evet anlamında gülümsedi. Eğer yanıtı “hayır” olsaydı, doğrudan hayır der
veya arkasını dönerdi çünkü. Zaten gittiğimiz Himba Köyü de fotoğraf makineli
turistlerin ziyaretine açık bir mekandı....
İş modelin kıyafetine gelirse, –hadi kıyafet değil de
giyim tarzı diyelim- bu Himba Kadınlarının geleneksel giyim tarzı. Gündelik
hayatlarında bu şekilde giyiniyorlar ve bizler için ayıp veya müstehcen olarak
değerlendirilebilecek bu tarz –lafın
gelişi, yoksa benim fikrim değil- Himba Kadınları için son derece normal.
Dolayısıyla bu fotoğrafta, fotoğraflanan kişiyi rahatsız edebilecek herhangi
bir şey yok. Sanki Konyaaltı plajında gözlerden uzak bir köşede üstsüz
güneşlenen turistin fotoğraflarını çekip de paylaşmışım gibi bir “etik”
tartışma yaratmanın bir anlamı yok anlayacağınız.
Namibya’ya kadar gitmesini bir kenara bırakın, dünyadan biraz olsun
haberi olan bir fotoğrafçının (veya fotoğraf severin) bu kare hakkında içinde
izin, müstehcen, etik gibi sözcükler geçen bir tartışma içine girmesi abesle
iştigal bence, haksız mıyım?
Ve son olarak; Fotoşop candır
ama tadında...
Sıradan bir fotoğraf sohbetinde yeri geldiğinde hemen herkes
photoşop’a karşı olduğunu söyler değil mi? Fakat yine aynı sohbete katılanların Instagram hesaplarında sık kullandıkları favori bir filtreleri vardır mutlaka...
Kişisel olarak photoshop veya başka bir bilgisayar programı
kullanılarak fotoğrafların yeniden “düzenlemesine” yani havalı tabirle “retouch” işlemine –yılların Rötuş’u yahu- karşı değilim. Fakat orijinal fotoğraf
üzerinde, bence bir seyahat fotoğrafı için kesinlikle etik olmayan, önemli
değişiklikler yapmamak koşuluyla. Sözgelimi gerçekte var olan bir ayrıntıyı,
fotoğrafta kirlilik yarattığı için silmek ne kadar doğru bilemiyorum. Veya bir kumsal, deniz ve gece fotoğrafı daha etkili olabilsin diye yükselmekte olan Ay’ı birkaç
kat büyütmek...
Bhutan’a gitmeden önce Tiger’s Nest Manastırının harika bir
fotoğrafını görüp hayran kalmıştım. O karenin çekildiği noktaya ulaşıp kendi
karemi çekmek üzere yerimi aldığımda ise sadece gülümsedim. Zihnimdeki “harika”
fotoğraf ile karşımdaki manzara arasında ciddi farklar vardı çünkü. Gelmeden önce gördüğüm o harika kareyi çeken Fotoğrafçı, fotoşopla dua bayraklarını silmiş, tapınağın bir köşesindeki –kendince-
çirkin, çıkıntı yaratan ufak bölümü de ortadan kaldırmıştı... Aşağıda benim aynı
noktadan çektiğim kare var, sözünü ettiğim "harika ama hayal kırıklığı yaratan" fotoğrafı ise maalesef bulamadım.
|
Tiger's Nest Manastırı, Paro. Bhutan |
Ve son olarak paylaşmak istediğim bir fotoğraf daha var. Aşağıdaki fotoğrafı Havana’da Devrim Meydanında (Plaza de la Revolucion) çektim; Jose Marti Anıtı... Fotoğrafı gören pek çok kişi görüntüyü kirleten o teli kaldırmamı önerdi. Fakat ben
fotoğrafın bu halini daha çok seviyorum. Yukarıda demek istediğim tam da bu işte.
Tabii ki bu fotoğrafta teli kaldırmak, Tiger’s Nest’i tıraşlamaya kıyasla son
derece masum, hatta kabul edilebilir bir müdahale ama dediğim gibi, ben bu halini daha çok
seviyorum. Ne dersiniz?
|
"Telli" Jose Marti Anıtı, Devrim Meydanı. Havana, Küba |
Hala takip etmiyorsanız eğer Instagram hesabım; erozgen
Hoşçakalın.